ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜM “ORHAN VELİ” DİYE GÖRÜNDÜM

Korona virüsün yol açtığı salgının en üzücü etkilerinden biri, hiç kuşkusuz bizi sanatsal faaliyetlerin uzağına düşürmesi oldu. Salgının büyük ölçüde kontrol altına alındığı bugünlerde sanatsal aktiviteler de yeniden hayatımıza dönmeye başladı. Berlin’de Türkçe tiyatronun güzel örneklerini sergileyen “Tiyatro 28” de geçtiğimiz günlerde yeniden perdelerini açtı ve programının ilk oyunu “Bir Garip Orhan Veli” adlı tek kişilik yapıtı sergiledi.

Biz de KADINCA.eu olarak oyunun aktörü Reha Özcan’la tiyatroyu, sanatla iyileşmeyi ve elbette “Orhan Veli”yi konuştuk.

Reha Özcan’la karşılaştığımız ilk andan itibaren bunun alışılmış bir söyleşi olmayacağı çok aşikardı. Çünkü provadan dönmüş olan aktör, hala sesinde, yüzünde ve pek tabii ki sözlerinde Orhan Veli’yi taşıyordu. Adeta Türkçenin büyük şairi, ete kemiğe bürünmüş, Reha Özcan’ın oyunculuğunda görünür olmuştu. Ve bu durumda ilk söz şüphesiz Orhan Veli’nindi.

MİNYATÜR BAŞKALDIRININ GÖNÜL ÇELEN ŞAİRİ

12 yaşından itibaren Orhan Veli’yi hayatına alan, Akademi’de Melih Cevdet Anday’ın öğrencisi olarak “Garipçi şairleri” araştıran ve Müşfik Kenter’in dekorlarını taşırken bir garip Orhan Veli’yi oyunculuğuna ilmek ilmek işleyen Reha Özcan, şair için “Minyatür başkaldırının gönül çelen şairi” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünyada minyatür başkaldırının örnekleri vardır, Momo, Küçük Prens, Sidarta gibi. Bizde de, Garipçilerin eserleri ve bunlar içinde Orhan Veli şiirleri böyledir. O, aruz veznine, hece ölçüsüne, kafiyeye kafa tutmuştur, başkaldıran şiirler yazmıştır. Zira şiirlerinde gönlümüzü çelen çocuk ruhu, yaramazdır. Bütün egemen sınıflara savaş açar.”

“ZOR DUYGULARIN SADE ŞAİRİ”

Reha Özcan, tüm Garipçi şairler gibi Orhan Veli’nin de sokaktaki çocuğun bile anlayabileceği sadelikte şiirler yazmayı amaç edindiğini şu sözlerle anlattı: “Bu adamlar, Türkçeyi öyle güzel kullanmışlardır ki… Kelimelere dökülemeyen zor duygular, onların dizelerinde bir çırpıda kalbe ulaşıyor. Mesela, biz yolculuk olmalı, yolculuk diye çırpınırken, Orhan Veli: “Seyahat edildiği zamanlarda yıldızlar konuşur. Söyledikleri şeyler ekseriya hüzünlüdür” diyor yani yolculuk, özlem, hüzün bunları birbirine o kadar güzel yakıştırıp Türkçenin incelikleriyle kullanıyor ki, şiir hem ağzımıza yakışıyor hem zihnimize yerleşiyor.”

GARİPÇİLİK, HEM ŞİİRİNDE, HEM YAŞAMINDAYDI

Oyuncu Reha Özcan ayrıca, Orhan Veli’nin “Garipçi” felsefesini sadece şiirlerinde değil 36 yıllık kısa yaşamında da bizzat deneyimlediğini belirterek, “Onun içinde zıpır bir çocuk olduğunu düşünürüm. Zıpır çocuğa aşk yetmiyor. İstanbul’dan Ankara’ya, Ankara’dan İstanbul’a gidiyor. Çünkü o, aşk insanı, kendisine dayatılan her şeye karşı, kadere karşı ve çok donanımlı, çok okuyan, araştıran biri. Düşünsenize, daha o yıllarda insanın evini içinde taşıdığını ve insanların mekanlara hapsolmaması gerektiğini savunan bir adam. Evsiz, diş fırçasını ceketinin iç cebinde taşıyor. Arkadaşlarında, sokakta, meyhanede yolu nereden geçerse orada uyuyor. Çünkü o, bir garip Orhan Veli!” diye konuştu.

“KADINLAR, ONUN ŞİİRLERİNDE EN GERÇEKÇİ HALLERİYLE VAROLDU”

“Kadınlar, tüm güzellikleri ve acılarıyla en gerçekçi onun şiirlerinde varolmuşlardır” diyen Reha Özcan bu bağlamda KADINCA.eu okurları için Orhan Veli’nin şu şiirini paylaştı:

Denizden yeni mi çıkmıştı neydi
Saçları, dudakları deniz koktu sabaha kadar
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi
Yoksuldu biliyorum
Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya
Kulağımın dibinde yavaş yavaş aşk şarkıları söyledi
Neler görmüş neler öğrenmişti kimbilir
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak, olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi
O gece gördüm
Onun gözlerinde gördüm
Gün ne güzel doğmuş meğer açık denizde
Onun saçları öğretti bana dalgayı
Çalkalandım durdum rüyalar içinde

Bu şiirin kendisinde derin izleri olduğunu da ifade eden oyuncu, çocukluğunda balık tutarken bulduğu kadın cesedinin ve onun trajik öyküsünün bu şiirle şifalandığını şu sözlerle dile getirdi: “Bulduğum, 17 yaşında bir kadın cesediydi. Yeni yumurtlayan tavuğun civcivlerinden ikisi eksik diye kocası tarafından dövülmüş, öldüğü sanılarak halıya sarılmış ve çaya atılmış bir genç kadın. Altı ay kendime gelemedim. Her gece bu şiiri okuyarak o genç kadını bu şiirde yeniden ve yeniden yaşattım. Bu şiir onun hakkı diye düşünüyorum.”

“ÇOCUKLARIN VE KADINLARIN DÜNYASI OLMAYAN DÜNYA, İYİ BİR YER DEĞİL”

Reha Özcan, korona pandemi sürecinin insanlar için bir sınav olduğunu ve insanların kurdukları medeniyetin işlemediğinin bir göstergesi haline geldiğini savundu.

Reha Özcan bu bağlamda, “Gördük ki, biz sadece teknoloji ve bilimin tüketicisiyiz, bencil ve diğerini gözetmeyen bir haldeyiz. Evlere kapandığımız günlerde bir de baktık ki doğa canlanmış, hayvanlar mutlu ve biz birbirimizi özlemeye başlamışız. Yani medeniyet diye kurduğumuz şey medeniyet değilmiş.” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Çünkü dünya çocukların dünyası değil, eğer olsaydı çok daha güzel, çok daha iyi, neşeli bir yer olurdu. Kadınların dünyası da değil. Şayet olsaydı adil ve keyifli bir yer olurdu. Medeniyetin beş ayağı sırasıyla çocuklar, kadınlar, doğa, yaşlılar ve erkeklerdir. Bu sıra bozulduğunda medeniyet değil, zulüm oluyor.”

“ZOR GÜNLERDE SANAT DÖNÜŞÜR VE İYİLEŞTİRİR”

Oyuncu Reha Özcan, insanlığın geçirdiği savaş, salgın gibi zor zamanlarda sanatın dönüştüğünü ve insanlığa ihtiyaç duyduğu şeyleri incelikle işaret ettiğini ifade etti. Özcan, “Geçmişte sanat romantizmden gerçekçiliğe, klasisizmden sürrealizme, kübizme evrilmiştir. Bugün de akması gereken yolu bulacaktır. En çok ihtiyacımız olan şey barıştır, tüm ötekileştirmelere, uzaklaştırmalara rağmen sanat bu konudaki konsensüsü sağlamaya adaydır” dedi.

Özlem Coşkun – KADINCA.TV – 08.10.2021 – 17:00

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*