YAZI HAYATIMDAKİ GERÇEK HOCAM: BABAM

Bekir Coşkun özel hayatını Makbule Cengiz’e açtı

Her gün o çitin önünde duran çocukları ne avutacak bir şey var ne de çitin arkasına geçip o çocuklara isteklerini verecek güç. İki minik kardeş, Bekir ve kız kardeşi Suat…

1950’ler, Urfa Ceylanpınar…

Sarı-sıcak bir Güneydoğu kentinde tel çitin önünde iki çocuk bekliyor.

Çok değil on-on beş metre ileriye bakıyorlar, bir uzak dünyaya bakar gibi.

Her gün o çitin önünde duran çocukları ne avutacak bir şey var ne de çitin arkasına geçip o çocuklara isteklerini verecek güç. İki minik kardeş, Bekir ve kız kardeşi Suat…

Baktıkları tel örgülerin üzerinde bir kuru kafa fotoğrafı var. Babalarına söylüyorlar, “çıkmaz bu top oradan, adım atan patlar” diyor. Annesiz o iki yetim kardeş belki de aylarca o telin dibine oturup topa bakıyor. Top giderek ufalıyor, ufalıyor ve sönüyor. Evlerinin önündeki toplarını yutan o mayın tarlalarına çok içerliyor.

Yıllar sonra o günleri sorduğumda şu sözler dökülüyor ağzından;

“Biliyor musun, benim aslında meslek hayatımda öyle bir topa bakışla geçti. Hep böyle, mutluluk huzur diye hep mayın tarlasına baktık. Ama o çocuk o topuna hiç kavuşamadı. O yüzden de hasta oldum işte. Bana diyorlar ki bu hastalık nereden geldi. Gözüm arkada kalıyor. Görmekle kavga etmekle vakit geçirdik. Bataklığın kenarında canavarlarla geçti ömrümüz. Hepimizin içinde bir mayın tarlası vardır, bizimle yaşar bizimle ölür. Kimisi için bir başarı kimisi için aşktır, kimisi için bedensel sorundur, kimisi için memleket derdi.”

“MELEĞİM” DEDİĞİ ÜVEY ANNESİ BU AĞRIYI HAFİFLETTİ

Çocukluğunun o mayın tarlaları öyle etkiledi ki Bekir Coşkun’u meslek hayatı boyunca mayın tarlalarını yazmaktan hiç vazgeçmedi. Hep şöyle dedi; “Yaşam zaten mayın tarlası gibi. Ya biz mayın tarlalarının içinde, ya da mayın tarlaları bizim içimizde…”

Mayın tarlalarını değil sadece o ilk çocukluğunu ve Urfa’da geçirdiği günleri de hiç unutamadı. Annesini hatırlayamayacağı kadar küçük yaşta kaybetmesine rağmen mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatır. Erken bir ayrılışın ağrısını yaşasa da önce üvey anneannesi Ümmühan, sonra da “Meleğim” dediği üvey annesi bu ağrıyı hafifletti.

Babası Nahiye Müdürü Mehmet Zeki Coşkun, tam bir cumhuriyet memuruydu. Atatürkçü bir adamdı, CHP’yi çok severdi. İktidarda ise Demokrat Parti vardı. Sıklıkla tayini çıkardı Mehmet Zeki Bey’in. Bekir Coşkun’un çocukluğu da sık sık taşınarak geçti. Taşınacakları zaman dört katır yola çıkardı, bir katıra kız kardeşi Suat ile Bekir Coşkun binerdi. Bir katıra babaları. Diğer iki katıra da baba Coşkun’un kitapları…

BABASI KİTAPLARA İLGİSİNİN DE ENSTRÜMAN ÇALMASININ DA ÖNÜNÜ AÇTI

Babasını çok yüzü gülmeyen, az konuşan ve durmadan kitap okuyan bir adam olarak hatırladı hep. En korktuğu okuyucusu “Yazı hayatındaki gerçek hocam” dediği babasıydı Bekir Coşkun’un. Şiirler yazan baba Coşkun, kitaplara ilgisinin de enstrüman çalmasının da önünü açtı, destekledi.

Çocukluk yılları babası Mehmet Zeki’nin peşinden oradan oraya giderek geçti. Çocukluğuna dair bir görüntüyü resmetmek isterken bana şöyle anlattı;

“Sana bir görüntü, bir fotoğraf anlatayım. Bir kamyonet, arkasında 4 tane jandarma oturuyor. Babamla komutan önde oturuyorlar. Arkada jandarmalar arasında ise Suatla ikimiz varız. Ben o zaman daha ilkokula yeni başlamışım daha 6 yaşındayım. Suat 4 yaşında. Ceviz var, kuru üzüm var, bir de portakal var. Biz uyuyoruz, kalkınca da önce torbamızı yokluyoruz. Babam tatbikata gidiyor, aşiretlerin silahlarını topluyor. Bedevilere gidiyoruz. Göçerlere gidiyoruz. Babam gidip silahları topluyor. Bizi bırakacağı kimse yok, o zaman o melek kadın gelmemiş daha. Yetimiz ikimiz de. Bir köye gittik, orada durduk. Çocuklar arabanın etrafını sardılar, devamlı portakala bakıyorlar. Kuru üzümü, cevizi görmüşler ama portakalı görmemişler. İlk kez görüyorlar. Suat portakalı çocuklara verdi. Biri kabuğuyla ısırmak istedi. Urfa’da manavlara portakal geldiğinde ince ince sarılı dizilirdi. Suat onlara portakalın nasıl yenileceğini gösterdi, portakal yemeyi öğretti. Biz portakal yerken o aşiretlerden silahlar toplanıyordu, kamyon kamyon silah çıkıyordu.”

Üvey annesinin hayatlarına katılmasını ise şu sözlerle anlattı.

“Çocukluğum güzeldi. Benim çocukluğumdan geriye kalan şey şu, çok huzurluydum, mutluydum. Babam iyiydi, annemiz çok iyiydi. Üvey annemiz. Annem ben 4 yaşındayken ölmüş. Sonra babam evlendi, Suat’la ikimiz vardık evde. Bize gelip, “eve bir abla anne gelecek” dediler. Fakat bir melek geldi, o kadar çok sevdi ki bizi. Biz anne demedik çünkü çok gençti, abla dedik. Çok güzel bir kızdı, konvoyla geldi, atlılar vardı. Bir arabanın içinde ama atlılar var yanında. Çok sevdik biz onu, o kadar yıl bizi büyüttü bir tek gün acı söz söylemedi bize. Hatta bir defasında müdürlük lojmanının önünde ahşap bir teras vardı, orayı yıkamıştı. O yıkadığı sırada burası çamur olmuş, biz Suat’la çamura koşup tahtaların üzerinde tepiniyoruz. “Bize yapmayın etmeyin çocuklar” dedi ama tek kötü bir laf söylemedi, oturup ağladı. Benim bu hastalığımda çok üzüldü. Urfa’da yaşıyor o şimdi. Hastalığımda günlerce ağladı.”

Üniversite çağı gelip, İstanbul’a gidene dek Urfa’da yaşadı Bekir Coşkun. Tembel bir öğrenci olduğunu söyler;

“Ben tembel bir öğrenciydim. Çünkü peltektim. Çok zor yendim. Konuşmaktan korkardım. Kazan diyemezdim, soğan diyemezdim. İçince z ve s harfi varsa söyleyemezdim. Okulu da çok sevmezdim. Ama bu kaderle yazgıyla ilgili. Tembel bir öğrenci çok başarılı olabilir. Anne babalar korkmasınlar. Hatta daha da iyi.”

Okulu sevmese de yazmayı hep çok sevdi. Lisedeyken artık gazeteci olmak istiyordu. Urfa’nın Sesi diye bir gazetede şiirler yazıyordu. İnce ruhlar şiir yazar derler, ince hastalık da belki ince ruhlara gelirdi. Tıpkı babası gibi şiirler yazıyordu Bekir Coşkun, babası gibi yıllar sonra ince hastalığa tutulup bu dünyayı terk etti.

Makbule Cengiz

Odatv.com – 20.10.2020 – 01:05

YARIN: Anneannesi kimdi? Suyu arayan adam babası, GAP’ın temelini mi attı? İstanbul’a kaçış, Beyoğlu’nda müzisyenlik günleri…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*