Bekir Coşkun hayatının bilinmeyenlerini Makbule Cengiz’e anlattı: Üç insanın yaşayacağı hayatı yaşadım
Kırgın bir adamın gözleri vardı karşımda. Çok uzun ve zor yollardan geçmiş, yapayalnız bırakılmış bir adam.
Kırgın bir adamın gözleri vardı karşımda. Çok uzun ve zor yollardan geçmiş, yapayalnız bırakılmış bir adam. “Çok şeyler yapabilirdik ama yapamadık…”
Bekir Çoşkun’la ilk görüşmemizin bende bıraktığı izlenim buydu, kırgınlık ama asla küskün değil. Yaklaşık bir buçuk sene önce aradım Bekir Çoşkun’u. Soner Yalçın’ın selamıyla. Şu ülkede meslekte tanıdığım iki yiğit adamın beni yüreklendirme hikayesi aslında bu. Bekir Çoşkun telefonda, “Tanıyorum seni, yürekli kız söyle” dedi. Soner Yalçın’la konuşmalarımızı, beni kendisinin biyografisini yazmam konusunda yüreklendirdiğini anlattım. Soner Yalçın deyince sesinin tınısı değişti, “o beni çok aradı biliyor musun bu hastalıkla uğraşırken, hiç bırakmadı beni” dedi. “İzin verirseniz biyografinize başlamak istiyorum” dedim, ürkerek. Elbette dedi. Şaşırdım bu samimiyeti ve mütevazılığına. Hemen Ankara’ya gittim. Tunalı’daki Sözcü gazetesinde buluştuk. Sonrasında birkaç kere daha buluşup söyleştik Bekir Çoşkun’la, telefonlaştık zaman zaman ama ben kişisel nedenlerle o kitabı bitiremedim. O röportajlarımız sohbetlerimiz de bu ülkenin gazetecilere yaptığının belgesi gibiydi, yüzleşmek ağırdı. Bana da ağır geldi. Ruh halime de ağır geldi, Bekir Bey çok kırgındı. Bu ülke Bekir Çoşkun’u kanser etmişti, zorlandım. Kaldıramadım belki de. Söylediği gibi yanına Cunda’ya da gidemedim. Özür dilerim Bekir Bey…
O görüşmelerimizden, röportajlarımızdan kalanları aktarmak ise boynumun borcu. Bekir Çoşkun’la o söyleşilerden bazı notlar anlatmak istiyorum size. Bir kısmına Emin Çölaşan’ın da dahil olduğu, iki eski dostun genç delikanlılar gibi şakalaşıp anılarını anlattıklarını o günü anlatmalıyım.
“ÜLKEDE YAŞANANLARLA BAŞA ÇIKAMADIM; KANSER OLDUM”
Hastalıkla mücadele ettiği o zor günleri bile konuşmayı önemsemeyip gazeteciliği ve ülkeyi konuşmak istedi hep. Hastalık ona da ağır geliyordu belli. Bir genç gazeteciye öğütler verdi, mesleğe başladığı zamanları anlattı. Bir büyük yazar nasıl olunur onu gördüm Bekir Çoşkun’da. Hep esprili, hem vakur hep samimi bir abi gibiydi sohbeti. Sanki yıllardır tanışıyormuşçasına samimiyetle bir meslek büyüğüm, bir abimle sohbet ederek çıktım o gün oradan. O zalim hastalıkla boğuşurken bile derdi yine de hala kendi değildi, hala memleketi dert ediyordu. Meslek hayatında yaşadığı kırılmalarla, ülkede yaşananlarla nasıl başa çıktığını sorduğumda şu sözler döküldü ağzından;
“Başa çıkamadım işte kanser oldum. Bu yaşta çiçek hastalığı mı olacağım hayır ama asıl benim üzüldüğüm şey şu oldu çok bir işe yaramadık. Dönüp arkama baktığım zaman zaten şunu düşünüyorum; peki ne yaptın sen? Bir sıfır…”
“KARŞIMIZA HEP FELAKETLER ÇIKTI”
Daha fazlasını yapması gerektiğine inanan bir Bekir Çoşkun vardı karşımda, hala mücadeleden taraf bir üstat. Şaşkınlıkla “kendiniz için mi söylüyorsunuz bunu” diye sorduğumda;
“Evet, aynen. Öyle düşünüyorum. Bizim birçok şanssızlığımız şu oldu. Karşımıza hep felaketler çıktı bizim, önce darbeler çıktı, sonra işte Fethullah Gülen çıktı, derken bu arkadaşlar çıktı şimdi (AKP) Bütün bunlarla mücadele etmekten biz kalıcı bir şey bırakamadık. Yani bunlar geçici şeyler. Bundan 50 sene sonra belki de çocuklar “Tayyip Erdoğan kimdi” diye telefonlarına bakacaklar” dedi.
“Ama sizi hatırlayacaklar” Bekir Bey dediğimde, buruk bir gülümsemeyle devam etti;
“Kesin öyle olacak. Bugün yeni yetişen çocuklara sor bakalım Kenan Evren kimdir? Sor bak. Çoğu tak diye cevap veremezler. Eminim bunlar da öyle olacaklar. Olan bizim kuşaklara oldu. Böyle bir boş şeylerle uğraştık. Bu adamlar boş, ben söyleyeyim sana. Acıdan, ıstıraptan, haksızlıktan, hukuksuzluktan, yıkımlardan, gözyaşından, kandan başka ne bıraktılar? Bir bak bakalım…”
İşte bu sohbette ülke ile, meslekle yüzleşiyordum ben de kolay değildi. Bir kez daha anlıyordum ki insan hep yapamadıklarımdan eksik. Oysa ne çok şey yapmıştı Bekir Çoşkun, biliyorduk.
“ÇOCUK KİTABI YAZMAYI ÇOK İSTERDİM”
Ömrünü gazeteciliğe vermiş yorgun ama asla vazgeçmemişti Bekir Çoşkun. İstanbul sahaflarında Soner Yalçın’la Bekir Çoşkun kitaplarının izini sürmüş, “Dövlet” i bulmuştuk. Kitabın ilk sayfasında “görülmüştür” yazıyordu. Belli ki cezaevi görmüştü. O kitaba Bekir Bey uzun uzun baktı, bulmamıza şaşırdı “canım meslektaşım Makbule’ye” diye imza attı, ömrümce saklayacağım. Kitapta 20 sene önce yazdığı yazılar vardı. Ve o yazılar bugünü anlatır gibiydi, sanki değişmiyordu ülkede hiçbir şey. O da tam olarak bundan rahatsızdı. Hiçbir şeyin değişmemesinden.
“Bugüne uyuyor değil mi o yıllarda da yazdıklarım. Bir şey değişmiyor kesinlikle. Devamlı biz mücadele ediyoruz. Dünyanın çağdaş bir ülkesi olmak, dünyanın başı dik alnı açık bir bireyi olarak yaşamak, dünyanın hangi yerine gidersek saygı görmek, hayalimizdi bütün bunlar. Bu yolda giderken şimdi önümüze fırtınalar çıkıyor, girdaplar çıkıyor. Onlarla uğraşırken biz asıl yapmak istediklerimizi yapamadık. Bir katkımız olsun çocuklara isterdim onu yapamadık. Aslında ben çok istedim bir çocuk kitabı yazayım diye. Onu yapamadım. Ona vakit kalmadı bir defa. Bir tek hayvanlarla ilgili olanı başardım zannediyorum. İnsan olmayan canlılar evrenimizin öbür fertleri onlarla ilgili bir tek onu yapabildim. Türkiye’de hayvan sevgisiyle ilgili öncülerden birisi Pako’ydu bizim. Hürriyet’te yazı yazıyordu. Düşünebiliyor musun? Bugün Hürriyet’in geldiği noktaya bak, nereye gitti. Pako Hürriyet’te yazı yazıyordu. Hürriyet’in önemi oydu işte.”
Gazeteciliğe dair sorularda sordum Bekir Çoşkun’a bize neler söylemek isterdi, duymaya ihtiyacım vardı. Şansız olduğumuzun o da farkındaydı.
“Bir defa siz şansız bir kuşaksınız, medya kalmadı zaten. Genç gazetecilerin iş bulacağı yer yok. Ya Odatv ya Sözcü… Bir tek tirajı yüksek olan internette Odatv, yazılı basında Sözcü. O da zar zor götürüyoruz. Ben Soner Yalçın’ın, Barış Pehlivan’ın, Barış Terkoğlu’nun neler çektiklerini biliyorum. Keza Sözcü’de yazanlar neler çekiyorlar. Darmadağın olmuş medya. Bence bu dönem yapılacak en iyi şey mizah. Bu dönemin çok iyi mizahı var. Çok ciddiye alınmadan bakıldığında her şey mizah.”
“GÖZÜMDEN GÖNLÜMDEN DÜŞEN DÜŞENE”
Kırgındı Bekir Çoşkun, hastalık günleri ona belli ki çok şey yaşatıyordu;
“Bu hastalık var ya, bazen diyorum iyi ki hasta olmuşum. Bir şarkı var ya hani ‘ben yoruldum hayat gelme üstüme, gözümden gönlümden düşen düşene.’ O gözümden gönlümden düşen düşene bölümü ne kadar doğru bir lafmış dedim. Çevremden döküldü insanlar. Hastalık öyle ani geldi ki, hastalandım, yoğun bakıma kaldırıldım, ameliyat oldum, bu gitti dediler. Çünkü bu hastalıktan yakasını kurtaran çok az. Bir an baktım çevreme şoklar geçirdim en yakın bildiğim dostlar kayboldular. Ama gerçek dostlarımı o zaman anladım. Bunların başında Emin (Çölaşan) gelir. Her gün beni aramaktan çekiniyor yorulmayayım diye ama Andree’yi arıyor bugün nasıl ateşi düştü mü diye. Hiç ummadığım şey mesela Soner Yalçın, yine arkadaşlarım Uğur Dündar, Rahmi Turan ve Sözcü gazetesi bana inanılmaz bir destek verdi. Şimdi Emin’in değeri benim yanımda hastalıktan öncekinden kat kat fazla. Başka bir Emin, daha başka. Bazen diyorum işte bir de bu sancılar olmasa…”
Duygusal, naif, hayatın her tınısını yüreğinin derininde hisseden bir adamdı Bekir Çoşkun ve aşık. Aşkını, babalığını, kendi çocukluğunu anlattı. Hala aşıktı Andree’sine ve hastalıkla belli ki daha derinleşmişti… Hastalığı ile geçirdiği yıllara aşkla ve insanların sevgisiyle dayandı, daha fazlası olamadı belki ama sevildiğini bildi. Bunu şöyle anlattı bana;
“Ben zaten duygusal bir adamımdır. O zamana kadar zırt pırt aşık olurdum. Fakat Andree’den sonra hep doğru insanla evlendiğimi düşündüm. Hala öyle düşünürüm. Hele bu hastalığım sürecince, hep böyle günlerde belli olur aslında. 7- 8 ay bitmeyen kabuslarla dolu gecelerde gözümü kapatıyorum kabus görüyorum, kalkıyorum sancılarım var. Gözümü ne zaman bağırarak ya da korkarak açtıysam 50 cm mesafeden Andree’nin yüzünü gördüm. Hep gözleri ıslak ama beni görünce hep güldü. Hep eli elimdeydi. Dibe vurduğum zamanda Andree, hala da öyledir bir avucunda bardak bir elinde haplar peşimde dolanır. Soner Yalçın bana bir cümle hediye etti, hastalığımın son üç ayında o cümleyle ayakta durdum diyebilirim. Aradı beni dedi ki; ‘bir şeyi merak ediyorum, bir insan bu kadar sevgiyi nasıl edinir’ Soner Yalçın dediyse gerçektir, inandım. Andree’ye dedim ‘Soner böyle dedi’ diye. Andree dedi ki; ‘ben de öyle düşündüm ama böyle güzel ifade edemedim.’
Bekir Bey bu ülke size daha iyi ve mutlu bir hayat veremedi belki ama siz bize çok şey öğrettiniz. Siz bu ülkenin çocuklarına hayal ettiğiniz o çocuk kitabını yazamadınız, ben de sizinle başladığımız o kitabı tamamlayamadım. Zaman var sandım, hazır olamadım belki de bilemiyorum. Bu ülke başka zamanlarda yaşamış iki gazeteciye de istedikleri işleri zamanında yapma fırsatı vermedi. Şimdi elimde bir taslak, ses kayıtları ve yasınız var. Biliyorum ki, 50 sene sonra da hatırlanacak Bekir Çoşkun, yaşadıkça üzerimize düşeni yapacağız.
YARIN: Çocukluğu, memur babası, unutamadığı kız kardeşi, dört yaşında kaybettiği annesi, mayın tarlaları ve sarı sıcak Şanlıurfa günleri…
Makbule Cengiz
İlk yorum yapan olun