Geleneksel olarak her ayın ikinci pazartesi günü Türk Alman İşverenler Birliği TDU’da mesleki toplantılar düzenleyen Avrupa Türk Gazeteciler Birliği ATGB Berlin Teşkilatı, bu kez 22 Ağustos Cumartesi günü Berlin Cemevi’nde biraya geldi. Kurumsallaşma çalışmaları kapsamında Cemevi’ni ziyaret eden gazeteciler, değerli gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun da doğum gününü kutladı. ATGB Berlin Teşkilatı üye toplantılarının önemli bir maddesi olan ve gerek medyadan gerek topluma düşünce önderliği yapan isimlerin medya ile ilişkilerini, hatıralarını paylaştığı “Medyanın Canlı Tanıkları” bölümünün bu ayki konuğu Berlin Alevi Toplumu – Cemevi Başkanı Dr. Yüksel Özdemir idi. Cemevi Başkanı, içinde bulunduğumuz Muharrem ayının, orucunun Aleviler için ne anlama geldiğini ve 250. sayıya ulaşan Alevilerin Sesi Dergisi’nden YOL.TV’ye medya ile ilgili anılarını, Berlin Cemevi dahil Almanya Alevi teşkilatlanmasındaki dernekçilik çalışmalarını ATGB mensuplarıyla paylaştı. “BİZİM İÇİN MUHARREM AYI, ON İKİ İMAMDAN ÇOK PİR SULTAN, NESİMİ, HALLAC-I MANSUR DEMEKTİR” Dr. Yüksel Özdemir, Aleviliğin İslam’dan çok daha önce varolan kadim dinlere dayandığını belirterek, bu iddiasını ilgili dinlerde bulunan ve Alevilik ile örtüşen sembol ve ritüellere dayandırdı. Özdemir, bu nedenle Aleviliğin İslam’ın içindeki bir mezhepten ziyade bir inanç biçimi olduğunu savundu. Berlin Cemevi Başkanı, Aleviliğin İslamlaşan Anadolu’da hayatını sürdürebilmesi için, İslam’ın içinden sembol isimler seçtiğini ve ezilenlerin yanında olma prensibinden kaynaklı tercihini Hz. Ali, onun aile efradı ve on iki imamdan yana kullandığını öne sürdü. Dr. Yüksel Özdemir, zaman içinde bu tercihlerin yerleştiğini ve gerçek inançları arasında kafa karışıklığı yarattığını ifade etti. “Alevilerin olmazsa olmazlarından biri tek eşliliktir. Bunun dışı yol düşkünlüğüdür. Ama şunu biliyoruz ki, yaşamış olan on iki imamın hepsi çok eşliydi. Sırf bu özellikleriyle bile Anadolu Aleviliği’nin içine girme şansları yok. Peki, biz Muharrem ayında yas tutuyor ve on iki imam orucu tutuyoruz. Bu aslında asimilasyonun bir neticesidir” diyen Cemevi Başkanı sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz Aleviler için Muharrem ayı, on iki imamdan çok, Kerbela, Kerbela’da Pir Hüseyin’in katledilmesi demektir. Kerbela haksızlıklar karşısında mazlumdan yana zalime başkaldırıdır. Bu uğurda bu güne kadar ser verip haklı davasından dönmeyen Pir Hüseyin, Hallac-ı Mansur, Seyit Nesimi, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal gibi Alevi pir ve ozanlarının yası, Pir Hüseyin’in duruşu demektir.” “MUMCU, DÜRÜST VE KORKUSUZ DURUŞUYLA GAZETECİLERİN PİRİDİR” Toplantının ikinci bölümünde Berlin’li gazeteciler, Uğur Mumcu ile ilgili anılarını ve onun mesleklerinde yarattığı etkiyi konuştular. Gazeteciler, Mumcu’nun dürüst ve korkusuz duruşuyla “gazetecilerin piri” olduğunu dile getirdiler. ATGB Berlin Temsilcisi Ali Yıldırım, Mumcu’nun ölümünün ardından bir grup tercüman arkadaşıyla beraber onun hatırasını yaşatmak ve onu Almanya’da Alman okuyucuya da tanıtmak, yayınevlerinin dikkatini Uğur Mumcu’ya çekmek için, Mumcu’nun eserlerinden bazı bölümleri Almanca’ya çevirmeye karar verdiklerini anlattı. Bunun için Mumcu’nun kitaplarını basan eşi Güldal Mumcu ile çocukları Özgür ve Özge Mumcu tarafından kurulan um:ag Uğur Mumcu Araştırmacı Gazeteciler Vakfı’na başvurduklarını belirten Yıldırım, vakfın kendilerine Uğur Mumcu’nun kitapların özeti ve aralarında Aziz Nesin, Emin Çölaşan ve Server Tanilli gibi isimler tarafından kaleme alınmış bir tanıtım metni şeklindeki bir çalışmayı ilettiğini söyledi. Ali Yıldırım, arkadaşları Ömer Tulgan ve Bülent Yener ile gönüllü olarak bu çalışmayı Almancaya kazandırdıklarını, um:ag Vakfı’nın da bu metni kitaplaştırması sonrasında Uğur Mumcu ve eserlerinin Alman okurlar tarafından da tanınmasına katkı sağladıklarından dolayı duyduğu memnumiyeti dile getirdi. Aynı şekilde Berlin Cemevi Başkanı Dr. Yüksel Özdemir de Uğur Mumcu’nun ilkeli duruşuna dikkat çekerek, inandığı ilkeler uğruna bedel ödemiş, Nesimi, Pir Sultan gibi Mumcu’nun da Aleviler nezdinde özel ve kutsal kabul edildiğini vurguladı. “MEDYA ARACILIĞIYLA DÜNYADAKİ ALEVİLER BİRBİRLERİYLE BAĞLANTIYA GEÇEBİLDİLER” Toplantının son bölümünde Alevi teşkilatlanmasında medyanın rolü masaya yatırıldı. Dr. Yüksel Özdemir, Almanya’ya geldiği ilk yıllarda kendisinin de katkı sağladığı “Al Gül” dergisi ve açık kanalda yayın yapan “Al Canlar TV” programı sayesinde Alevi vatandaşlara ulaşarak bir kampanya başlattıklarını kaydetti. Özdemir bu sayede toplanan yüklü meblağ ile geçmişte kilise olan Cemevi binasını satın alabildiklerini ve bugünkü faaliyetlerini yürütebildiklerini ifade etti. 250. sayıya ulaşan “Alevilerin Sesi Dergisi”nden de sözeden Cemevi Başkanı, böylece uzun soluklu, kesintisiz bir şekilde Alevi vatandaşların bilgilendirilmesinin sağlandığını söyledi. Özellikle YOL.TV’nin satelliten yayınıyla dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Alevilerden haberdar olduklarını ve onlarla bağlantıya geçtiklerini belirtti. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Alevi olduğunu öğrenmelerinin de YOL.TV’nin katkıları sayesinde olduğuna işaret eden Özdemir, KKTC ile karşılıklı heyet ziyaretlerinde bulunduklarına dikkat çekti. Toplantının ardından Berlinli gazeteciler Cemevi’nin davetlisi olarak Muharrem orucu açma yemeğine katıldılar ve Cemevi’nin büyük salonunda oruç açan Alevi vatandaşlarla birlikte sohbet ettiler.
Özlem Coşkun – KADINCA.eu – 25.08.2019 – 19:00
Fotoğraflar: Hüseyin İşlek, Münir Bağrıaçık, Süleyman Selçuk, um:ag ve AYPA
Uğur Mumcu kimdir?22 Ağustos 1942, Kırşehir doğumlu olan Uğur Mumcu ilkokulu Ankara Devrim İlkokulunda ve ortaokulu Ankara Bahçelievler Deneme Lisesinde okumuştur. Uğur Mumcu 1961’de başladığı üniversite eğitimini avukat olmak üzere başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1965’te tamamladı. Henüz öğrenciyken 26 Ağustos 1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü’nü aldı. 1963’te fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta’nın asistanı olarak çalıştı. Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı “ordu uyanık olmalı” sözleriyle, “orduya hakaret etmek” ve “sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak” suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alındı. Mamak Askeri Cezaevinde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kalan Mumcu, bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkûm edildi. Fakat bu karar Yargıtay tarafından bozuldu ve Mumcu serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra askerliğini yedek subay olarak yapması gerektiği hâlde, 1972-1974 yılları arasında Ağrı’nın Patnos ilçesinde, resmî tanımıyla “sakıncalı piyade eri” olarak tamamladı. Patnos’ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. “Gözlem” başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 1977’de Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, Sakıncalı Piyade adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosunda tam 700 kere sahneledi. 1978’de, ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı. 1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı. 1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı. 1991 yılında İlhan Selçuk ve yaklaşık seksen Cumhuriyet gazetesi çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat – 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde yazan Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992’de Cumhuriyet’e döndü. Uğur Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde “Mossad ve Barzani” isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi: “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?” “Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?” Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanların hiçbir delil bulamadığı, patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü iddia edilmiştir. Suikastı; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. Suikastın arkasında Mossad’ın ve kontrgerillanın olduğu da iddia edilmiştir. Ergenekon Davası sanıklarından Ümit Oğuztan, iddianamede yer alan ifadesinde Mumcu’nun, seri numarası silinmiş ve Kürdistan Demokratik Partisi lideri Celal Talabani’ye götürülen silahlarla ilgili araştırması nedeniyle öldürüldüğünü iddia etti. Ayrıca ağabeyi Ceyhan Mumcu kendi yaptığı araştırmada ölümüne yakın bir süre içerisinde Mossad ve Barzani ilişkisi ortaya çıkınca İsrail büyükelçisinin ısrarla kardeşi Mumcu’yla bire bir olarak görüşmek istediği, ancak Uğur’un tek görüşmeyi kabul etmemesine rağmen görüşmenin yapıldığını belirtmiştir. Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’yu ziyaretleri sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu”nu belirterek adeta namus sözü verdiler (1993). Suikastın failleri yakalanamamıştır. (Kaynak: Sözcü Gazetesi) |
İlk yorum yapan olun